‘SE 7 EN’LER; AŞKIN ÇOCUKLARI
Aşk; günümüz insan
yaşamının, coğrafi ya da siyasal sınırlar gözetmeyen temel kavramlarından biri
haline gelmiştir. Öyle ki modern sonrası dönemde sıkça dile getirilmesine,
tartışılmasına alıştığımız küresel ekonominin kullandığı önemli enstrümanlardan
oluşu bir yana, küresel ekonominin şekillendirdiği popüler bir kavram olduğuna
yönelik iddialar, kendilerine sağlam kanıtlar bulacaktır. Birey kimliğinin
inşasına yönelik güncel yaklaşımlar bir yana aşk; özünde insan olma durumuyla
neredeyse özdeş bir olgudur. Bu özdeşlik,
sözünü ettiğimiz küresel kültürün salt duygular zemininde var edişinden
ziyade, insanın doğadaki diğer canlılardan ayrıştığı temel noktaya temas
eder. Temas edilen bu noktanın aynı
zamanda sanatın da köklerinin yeşerdiği alan olması rastlantı değildir. Zira doğada yaratma yetisi itibariyle diğer
canlılardan ayrışan insanın, yaratma fiilini aşktan bağımsız olarak ortaya
koyabilmesi mümkün değildir.
Bugün duymaya alıştığımız,
medeniyetin temel kavramlarını binlerce yıl önce ilk olarak dile getiren
Platon, Şölen (Symposion) diyalogunda sevgiyi tartışır. Diyalogun düğüm
noktasına kadar, tüm bilgeler ağız birliğindedir ki, sevgi; büyük bir tanrı ve güzele ait olandır.
Antik Yunanlılar sevgiden neden tanrı olarak bahsetmişlerdir? Sevgi dedikleri,
aşk olarak dile getirdikleri Eros’tan başka bir şey değildir de ondan. Başta belirttiğimiz
gibi, küresel kültürün sıkça figüre ettiği şekliyle, oklarını insanlara
fırlatarak aşık olmalarını sağlayan, ele avuca sığmaz o tanrı, Eros. Platon
diyaloglarının her zamanki başkahramanı Sokrates, Şölen diyalogunda sevginin
tanımını kadın bilge Diotima’dan öğrendiğini dile getirir. Diotima açıklar,
aşkın aslında ne olduğunu Sokrates’e. Diotima’ya göre aşk; iyi ve güzel şeylerin
istenmesidir. İyi ve güzel şeylere ulaşanlar mutludurlar. Bir şeyi isteyenler,
o şey kendilerinde mevcut değilse bunu istemektedirler. Tanrılar bir şeyden
yoksun olamayacaklarına göre, demek ki aşk, yani iyiyi, güzeli isteyen Eros,
tanrı değildir. O zaman aşk nedir?
Alıştığımız şekliyle,
insanlara oklarını atarak aşık eden popüler kültür ürünü Eros gibi, bir diğer
popüler kültür ürünü de şeytandır. Diotima’nın açıklamasıyla iyiyi ve güzeli
kendinde mevcut olmadığı için isteyen Eros, tam da bu nedenle tanrı olamayacağı
için, yarı insan yarı tanrı, yani bir Daimon’dur. Tıpkı Eros’un günümüz
kültüründe farklı anlamlara evirilmesi gibi Daimon da şeytana dönüşmüştür.
İroni o dur ki, aşk, sevgi ve iyi gibi kavramlarla birlikte en son duymayı
düşüneceğimiz olgudur şeytan. Semavi dinlerin Yunan paganizminden sıyrılmak
için farklılaştırdığı simgelerin başında gelir Daimon. Esasında Yunanlı için
Daimon, tanrılarla insanlar arasında bir köprü, bilginin kaynağı, insanın
yaratma yetisinin özü, dolayısıyla sanatın temel taşıdır. Öyle ki kaynağını Daimonla teşkil eden sanat,
yaratım enerjisini de Eros’tan alır. Eros sayesinde insan, güzele, iyiye ve
bilgiye yönelir. Yunan felsefesinde iyiyi, güzeli arayarak idrak etmiş, bunu
yapabilmenin enerjisini de aşkta bulmuş insan ‘sofos’tur. Sokrates’e iyiyi,
güzeli ve insanı bunlara yönlendirenin aşk olduğunu öğreten Diotima da bir
‘sofos’tur. İyiyi, güzeli kavramış dolayısıyla hakikati idrak etmiş kişi olarak
‘sofos’un dilimizdeki karşılıklarından biri de ‘seven’dir. Öyle ki onu iyi ve
güzel olana yönelten, tüm hayatını hakikati bulmaya adaması sevmesinden ileri
gelir. Bu anlamda sanatçı da, sanatın günlük yaşamın pratikleri çerçevesinde
işlevsizliğine rağmen sanatıyla hakikatin peşinde koşan, yaratan olarak
‘seven’dir. Bu nedenle aşkın olmadığı
bir yaratıdan, sanatın içinde olmadığı bir aşktan söz etmek imkânsızdır.
Eros ya da Daimon gibi iyi,
güzel ve aşkın da bambaşka anlamlara evirildiği günümüzde, insan olma
durumunun, çağı ne olursa olsun değişmez esasını koruyabileni çocuklardır.
Çocuğun, naiflik olarak karşıladığımız saflığı, yaşamsal süreçten bağımsız
olarak sanatçılarda yaşamaya devam eder. Sanatçı, bahsettiğimiz gibi iyiye,
güzele yönelen, bu yönelmeyi ‘seven’ olarak aşkta bulan yegane insandır. Tüm
farklılaşmalara, kirlenmelere, evrimlere karşın sanatçı, insan olmanın
unutulmuş hakikatini hatırlayan, Yunan mitolojisinde erişkinliğe geçişi temsil
eden ‘Lethe’ ırmağının suyundan içip, çocukluğunu unutan insana hakikatini
hatırlatandır. Bu yıl LOVE 360 festivalinin, yaşlarıyla değil, insan olmanın
gerçeğini görebilen ve bunu çalışmalarıyla diğer insanlara deneyimleyen
çocuklar olarak sanatçıları merkezine alması bu bakımdan manidar. Uniq
İstanbul, LOVE 360 festivali süresince farklı disiplinlerden sanatçılarla
izleyiciye yaşamın özünü, aşkı deneyimlemeyi vaat ediyor. İnsan olmanın temel
anlamı olarak aşk; ‘seven’lerin; Ahmet Rüstem Ekici, Ahu Akkan, Cansu Tanpolat,
Deniz Sağdıç, Sabahat Çıkıntaş, Serdar Yörük ve Zafer Malkoç’un kendi
dillerinde yeniden hayat buluyor. Günümüz karmaşık dünyası içinde görünemeyen,
yığıntılar arasında yitip giden gerçek olarak aşkı, hala hissedebilen,
görebilen, 7 (seven) sanatçı bizlere tekrar anımsatıyor. Bu yönüyle sanat;
aşkın dili, sanatçılar; aşkın saf çocukları olarak karşımızda duruyor.
Dolunay
May
Küratör
Detaylar
Yorumlar
Yorum Gönder