Artisans Dergi- Kasım Aralık Sayısı- Metin Çelik Röportajı
![]() |
Fotoğraflar: Hüsamettin Batur |
Metin Çelik resimleri, karmaşık psikoloji ile
katmanlanmış, gerçekliğin görüntüsünün alanlar ile bağ kurduğu haritalar
gibi. Dönüşüm, mekan-zaman ilişkisi, kimlik, yabancılaşma ve bilinç altı onun
çalışmalarında sık sık kullandığı anahtar kelimeler.
2017
yılının en dikkat çekici sergilerinden biri olan "Chaos-Cosmos" ile
sanatçı Metin Çelik uzun bir aradan sonra gerçeküstü bilinçaltı manzaralarını
doğrudan yaşam ile kesiştirdiği çalışmalardan oluşan bir sergi kurgulamıştı.
Hemen ardından 15. İstanbul Bienali'nin komşu etkinliği olarak "Post -
Apocalyptic- Kıyamet Sonrası" olarak tanımladığı ilk mekana özgü yerleştirmesini
sergiledi. Bir iş merkezinin giriş katında yerleştirmenin olduğu odaya giren
izleyicinin bir anda dış dünya ile bağının kesildiği bu çalışma yarattığı şokun
ardından izleyiciyi kendine doğru çekiyordu. Merkezinde büyük bir yıkımın
oluşturduğu su birikintisi ve geyik kafatası olan bu yerleştirme güçlü yok oluş
ardından geriye kalanların betimlenmesi idi. Duvara yerleştirilmiş ayna
izleyicinin kendi ile yüzleşmesini sağlarken büyük bir sorumluluk yüklüyordu
izleyiciye. Ona bu yıkımın bir parçası olduğunu hissettiriyordu. Yıkıntıların
arasından loş bir ışık sızıyordu. Bu ışık izleyiciyi yerleştirmenin kontrast
parçası olan sergi alanına yönlendiriyordu. Metin Çelik bu odada üretim
süreci olarak birbiri ile çatışan eskiz- tamamlanmış iş kurgusu oluşturan iki
çalışmasını sergiledi. Sergi açılış tarihi de yeni Dünya'da yeni yıkımların
işaretçisi sayılan 11 Eylül tarihiydi.
Steril müze alanı ve
yıkıntıların oluşturduğu bu kuvvetli etki sanatçının dilinin ilk defa üçüncü
boyuta taşınmasıydı. Metin Çelik, resimlerinde gerçeküstü ve figüratif imgeleri
karıştırarak , insan koşullarını ve durumunu kompleks ve çok eşsiz şekilde
keşfettirecek bir yolculuk kurguluyor her zaman. Son mekana özgü
yerleştirmesi ile kişisel sanat rotasına farklı yönler ekleyen sanatçı ile ilk
çalışmalarından günümüze yaratıcı süreci hakkında sohbet ettik.
Merhaba Metin, Öncelikle mekana özgü ilk
yerleştirmenin gerçekten etkileyici olduğunu söylemek isterim. Hali hazırda
inşaatlar ile dolu bir bölgede steril duran bir iş merkezine girdik ve bir anda
büyük bir yıkım ile yüzleştik. Bize bu son projenin yapısından bahseder
misin?
Bu proje beni, bizi ve hepimizi kapsayan bir proje… Sürecin
düşünsel aşamalarından tutun da pratik karşılığına kadar yaşamımızla ilintili.
İzleyiciyi içine alan ve çarpan tarafı da bu olmalı. Yıllardır içinde olduğumuz
şiddetli bir yıkımın sarmalında yaşıyoruz. Her sokakta bir enkazın içinden geçmiyor muyuz? Ya da savaş bize ne
kadar uzakta artık?
Sergi bütün bu yıkım/inşa pratiklerine bir eleştiri aslında. Göz
ardı ettiğimiz bütün bu yıkımlar “Post-Apocalyptic” sergisinde vücut buluyor.
Ve izleyici için önemli bir yüzleşme alanı oluşturuyor. Metropolde yaşayan
insanların bir savaş enkazıyla karşılaştığı böylesi bir durum, serginin ana
yapısını oluşturuyor. Herkes kendi yaşam koşullarına göre değerlendiriyor
sergiyi. Öyle ki kimi insanlar içeriyi bir depremin enkazı olarakta
görebiliyor. İki geyiğin kavgasının yer aldığı, kahverengi kalemle çizilmiş
desende rekabet arzumuzu, hırslarımızı, sahip olma dürtülerimizi ve bunun
sonucunda nasıl bir yıkımla karşılaştığımızı, tahribatın ne denli korkunç
olabileceğini deneyimliyoruz. İzleyici
içerde kaldığı süre boyunca yeni bir gerçekliği yaşıyor. Belki de dışarıya
çıktığında artık eski benliğini bir kenara bırakıp yürümeyi düşünüyor.
Yerleştirme fikri eskiz ve bitmiş çalışma olarak
sergilediğin çalışmalar ardından mı oluştu yoksa en başından beri kurgusu bu
şekilde miydi?
Eser üretirken en önemsediğim şeylerden biri tahakküm kurmamaktır.
Eserin fikirsel ve pratik aşamalarında kendi yolunu bulması onu daha güçlü bir
hale getirir. Proje de bu organiklikte ilerledi. Tabi ki en başta resimlerle
başladım bu sürece. Daha sonra açığa çıkan fikirler ve kamusal alanda
yaşadığımız bir çok sorun projenin oluşmasında temel dayanak oluşturdu.
Deneyimlediğim herşeyin bir payı var projede; duyduğum her kelimede, gördüğüm
her yıkımda, sürdüğüm her fırça darbesinde, kurduğum bütün dostluklarda yahut
içine girdiğim tartışmalarda, biraz biraz herşeyin etkisi var… Buna içinde
çalıştığım mekan da dahil. Çünkü mekan, içine tohumu attığınız bir tarla
gibidir, işin verimli olmasını biraz da o sağlar. Mebusan25 bize bir çok konuda
büyük olanaklar tanıdı. Düşünün ki taslak aşamasında oluşturduğum şeyle, ortaya
çıkan sonuç çok farklıydı; çok üstünde, doğal bir mekan meydana geldi.
Daha çok resim çalışmaların ile tanıdığımız bir
ressam olarak yerleştirme ile resimi kıyaslarsak hangisinin aktarım dilinin
daha kuvvetli olduğunu deneyimledin?
Böyle bir kıyaslama içine hiç girmedim. Benim için herşey biraz
ihtiyaçtan doğar. İlk defa mekanla böylesi bir çalışma pratiği içine
girecektim. Projenin kurgusu itibariyle mekanın bir savaş enkazı halini
izleyiciye göstermekten öte yaşatma isteğim öncelikliydi. İçeriyi giren
herkesin savaşın tahribatıyla yüzleşip, endişe ve tedirginlikle dolaşmasını
istiyordum. Resim yaparken elbette her kavram ve formu izleyiciye
aktarabiliyorsunuz. Enstalasyonu da aynı çalışma disipliniyle ele alarak
ilerledim. O yüzden bu sergide de iki disiplin birbirini çok iyi taşıdılar.
Elbet ki bu aynı zamanda bir ekip işiydi. Projenin direktörlüğünü yürüten Sedat
Öztürk, küratöryal açıdan olsun her aşamada çok büyük katkı sağladı. Mekanı
doğal bir savaş enkazına çevirme kısmında Sanat Yönetmeni Serkan Özer ve
yardımcısı Mustafa Soylu’nun çok büyük emekleri oldu. Sergi odasının dizaynı
konusunda iç mimar Nazar Şigaher dijital alanda projeye destek oldu. Ve tabi
daha bir çok kişinin emekleriyle sergiyi güçlü bir hale getirdi. Ve aktarmak
istediğimiz şeyi izleyiciye taşımış olduk.
İlk
çalışmalarından günümüze baktığımızda insan figürünün giderek dönüştüğünü
görüyoruz. İlk çalışmalarında mimikleri çok belli olmayan bireyler giderek
hayvana hatta objelere dönüştüler. Bu süreç neye evriliyor?
Bunu Kafka’nın en önemli eseri “Dönüşüm”deki Gregor Samsa
karakterinin bir böceğe dönüşmesine benzetiyorum. Modern insan zamanın
dehlizinde dönüşmeye devam ediyor. Bundan sadece 10 sene önce yaptığımız bir
çok eylemi ve söylemi hayatımızdan çıkardık. Başka bir insana ve sonrasında başka
bir ‘şey’e benzemeye başlıyoruz. Duygudan ve ruhtan kopuk bireyler halini
almamız bizim en büyük çaresizliğimiz oldu. Bu, özne olmamızdan kopup, sıradan
nesnelere dönüşmemiz için yeterli bir sebep… Ben tüm resimlerimi en temelde bu
soruna işaret eden bir yerden üretiyorum. Post-Apocalyptic sergisi bu
tanımlamanın bir sonucu olarak okunmalıdır. Savaş gelirken ve bu denli
yaklaşmışken kör göz halimiz herşeyden habersiz yaşamaya devam ediyor. Bir
sandalye ne kadar duyarsızsa, yahut bir masa ne kadar habersizse savaş
enkazındaki durumundan, bizler de aynı hissizlikte yok oluşa gidiyoruz. Bu
yabancılaşma halinin pek ümit veren bir tarafı yok maalesef.
Uzun süre
ara verme sebebin ne idi? Sanatçı olarak nelerden besleniyorsun? Üretim
sürecini paylaşabilir misin?
Bir sanatçı, içinde olduğu yaşam alanlarını çok iyi
okuyabilmelidir. Karmaşa, kaos, düzen, acılar, mutluluklar, aile, sosyal
çevremiz ve bizim dışımızda olup biten herşey bizi var etmede önemli etkenler.
Sanat, tek bir disiplinin okuması içinde olup gelişen bir şey de değil
açıkçası. Diğer sanat alanlarıyla olan ilişkimizin de büyük katkıları olduğunu
düşünüyorum. Resmimin en önemli katmanlarından birini Kafkaesk yapı dahilinde
edebiyat okumalarından oluştururken, bir diğer yandan Bertolt Brecht’in Epik tiyatro
estetiği içerisinde yeralan yabancılaştırma efekti ve epizotik anlatım
kavramları oluşturuyor. Ayrıca metafizik
alan içerisinde bir estetik oluşturmaya çalışıyorum. ‘Manipüle edilmiş
gerçeklik’ kavramı resmimi en iyi özetleyen yapıdır. Gerçekliği kontratlar bağlamında ele
alıp, hem renk hem de form ilişkisi üzerinden çok renkçi ve kaotik bir
kompozisyon oluşturuyorum. Ve tabi tüm bunları atölyede hergün asgari 10 saat
çalışarak yapıyorum.
Bertolt Brecht ile alakalı bir tez yazdığını
okudum. Resimlerindeki şiirsel anlatımda ve sahnelerde onun etkileri var
diyebilir miyiz?
Evet, Tezimi Brecht’in epik tiyatro estetiği üzerinden yola
çıkarak yazıyorum. Buna ek olarak Breghel’in çok katmanlı resimleri ve
Borges’in büyülü gerçekçiliği ele aldığı öyküleri tezimin diğer ayaklarını
oluşturyor. Tüm bunlar üzerinden yaptığım okumalar, resimlerimde yeni katmanlar
olarak yer buluyorlar. Eserlerimde yer alan figürlere bakıldığında bir
kompozisyon içerisinde birbirinden bağımsız duran ve kendi yapı alanlarını oluşturmuş
kişiler görürsünüz. Bu, her figürün kendi öyküsünü varettiği anlamı taşır. Bu
epizotik anlatım biçimi Brecht’in kendi tiyatrosunda kuramsallaştırdığı
kavramlardan biridir. Ve bir noktada resmimin biçimsel özelliklerine etki
etmektedir.
Sırada neler var?
Artık yeni projeler için bir süre atölyeme kapanmak istiyorum.
İnsanın yalnızlığı onu en iyi eğiten ve üretimine katkı sunan şeylerden biridir
diye düşünüyorum. Tabi bu süre zarfında önümüzdeki nisan ayında bir grup
sergisine davet edildim. Onun çalışmalarına başlayacağım. Bir atölyem de
Almanya’da yer alıyor. Üretimime orada da devam ediyor olacağım.
Metin
Çelik Hakkında:
1985 Adana doğumlu sanatçı Metin Çelik, Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversite'sinden mezun olduktan sonra yakın zamanda kaybettiğimiz
değerli sanatçı Ömer Uluç'un asistanı olarak çalıştı. 2013 yılında mezun olduğu üniversitede master programına
başladı ve şu an Bertolt Brecht'ın estetiği üzerine bir tez yazıyor. Sanatçı
hayatına Almanya ve Türkiye'de devam ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder