Gynaeceum - Kadınlar Mahfili

Hafıza Kürü

Mabed , 20x20x20cm 130 mt PLA 3D Print, 2018


5 Mayıs- 2 Haziran 2018 tarihinde Antonina Sanat Galerisi'nde sergilenmiş "Gynaeceum" serim kadın bedeni ve mimari ile kurduğu ilişki üzerine şekillenmişti. Sergi metnimi yazan Irmak Özer'in çalışmalarım hakkındaki yazısı aşağıdadır.


Uyku hali, Zemin Yerleştirmesi, 30x150cm, beton üzeri lazer kazıma ,2017


“İşte tüm iyi övgülerle, Kraliçem, Honoratis sana ilahiler söyler ve seni över. Üyesi olduğun ailenin, Anicilerin yüce gönüllülüğü, tüm dünyaya yayılarak sana övgüler söyletir. Çünkü sen Tanrı’nın kilisesini inşa ettin, o göklere yükselen güzelliği.”

Bugün Fatih’te kalıntıları bulunan Hagios Polyeuktos Kilisesi’nde bulunan epigrafta bunlar yazar. Kraliçe Anicia Iouliana, 524-527 yılları arasında Bizans İmparatorluğu’nda o zamana kadar görülen en gösterişli dini yapıyı inşa ettirmiştir. Hamilik konusunda büyük büyükannesini örnek alan Iouliana, örneğini doğru almıştır; zira yaptırdığı eserler sayesinde adını bugünlere bıraktığını tarihçiler onaylar. Iouliana, Hagios Polyeuktos’u inşa ettirerek zamanında öyle bir güç gösterisinde bulunmuştur ki, İmparator Justinianos, bugün hepimizin bildiği Ayasofya (Hagia Sophia) Kilisesi’ni Iouliana’ya bir meydan okuma olarak üçüncü kere inşa ettirmiştir.[1]

Tarihte, bu topraklarda özellikle Bizans ve Osmanlı imparatorlukları dönemlerinde, kadınlar güçlerini yapılar aracılığıyla simgesel hale getirmişlerdir. Erkek egemen toplumda adı olmayan kadın, adını hamisi olduğu binalarla tarihe yazdırmayı bilmiştir. Aslında tarihin dönüşümü çok ilginç bir paradokstur. Öyle ki, anaerkil dönemde kadının bedeni ve cinsel özellikleri, kadının ruhu ve bedeni kutsal olduğu için mimari yapıların şekillerine yansıtılmıştır. Bunun yanı sıra, farklı kültürlerdeki anaerkil toplumlarda evleri kadınlar yapar. (Hatta bu okumalardan anlıyoruz ki, “Yuvayı dişi kuş kurar” lafı aslında kadının evdeki yerine değil, gücüne ve üretimine bir referanstır.) Anaerkil dönemde, kadının rahminin, iç bükey karnının, kıvrımlı bedeninin temsili olan dairesel biçimlerin kutsal yapılara doğum, canlılık, bereket, hayat olgularına bir gönderme olarak yansıdığını görürüz.[2]

İç mimar ve sanatçı Ahmet Rüstem Ekici, bu okumalardan etkilenerek mimar kimliği ile çocukluk deneyimlerini birleştiriyor ve kadınların tarih boyunca izlerini bırakmak için araç olarak mimari yapıları kullanmalarını konu eden Gynaeceum serisi ile karşımıza çıkıyor. Çocukluğunu toprakları arkeolojik kalıntılarla bezeli Akdeniz topraklarında geçiren sanatçı, oyun oynarken gördüğü kırık bir Bizans tabağına çizilmiş, yıllarca aklında kalan hüzünlü bir kadın yüzü ile yola çıkıyor. Sergide bizi bu yüz bir hologram olarak karşılıyor. Bu yüz, estetik bağlamda sanatçının bizi getirmek istediği son nokta. Ahmet Rüstem Ekici, tek boyutlu bir noktadan yola çıkıp o noktanın fiziksel olarak gidebileceği tüm yerlere götürüyor tarihte yer alan bu kadınları. Gynaeceum serisinde, tek noktadan kağıt üzerine baskı ile iki boyutlu bir dünyaya geçiş yapılıyor; lazerle kazınan iki boyutlu işler derinlikleriyle 3 boyutlu bir özellik kazanırken, 3D yazıcı ile yapılan tapınak ile 3 boyutlu bir objeye geçiliyor. Hologramla da 4. boyuta giriyoruz; çünkü işin içine zaman geliyor. Bizanslı o hüzünlü kadın önümüzde döndükçe bir algı yanılsaması ile onu hareketli görüyoruz. Roma İmparatorluğu döneminde saray ve dini yapılarda kadınlara ayrılan bölümlere verilen isim olan “Gynaeceum “serisinde, sanatçı, toplumlarda yüzyıllar boyu mekanlara hapsedilerek ötekileştirilmiş kadınları tekrar bir mahfilde toplayarak onları tek boyutlu tarih sayfalarından çıkarıyor ve hikayelerini 4 boyutlu olarak önümüze yansıtıyor.





Sanatçının mimari kimliğini yansıttığı çizimler, mimari bir teknik çizim programı olan AutoCAD ile hazırlanıp CNC ve Lazer makinelere aktarılarak, en iyi bilinen mimari malzeme olan döküm beton ve işlenmiş ahşap panolar üzerine kazınıyor. Tüm bu işlemler yapılırken, tarihsel bir referans olarak, çizimlerde yumurtalık, vajina, göğüs kesitlerine yer veriliyor. Böylece erkek egemen toplum öncesi döneme dönülüyor ve kadın doğurganlığı, üreme gücü, dişiliği ve kutsallığını Gynaeceum serisi ile hep beraber tekrar kutluyoruz...



İmara Adanmış Oda, 30x30 cm, Dipleks Baskı Hahnemühle Fine Art Print, 2018

Bani, 87x103 cm, El yapımı kağıt üzeri çizim, lazer kazıma, 2018

Gynaeceum I, 60x75cm, Döküm Beton Üzeri Lazer Kazıma, 2016

Gynaeceum II, 130x80cm, MDF panel üzeri lazer kazıma, 2016

Toprak, 20x30, Pişmiş Kil üzeri Lazer Kalıp Baskı, 2016

Anicia IOULIANA , 82x106cm, MDF üzeri Akrilik Kazıma , 2018  
Gynaeceum III, 80x80 cm , Dipleks Baskı Hahnemühle Fine Art Print, 3 Edisyon, 2018


Salus Rei Publicae, Birliğin İyiliği, Digital Çizim , 2018  

 



[1] Carolyn L. Connor, Bizans’ın Kadınları, YKY, İstanbul, 2011.
[2] Özlem Akyol, Çiğdem Polatoğlu, Kadının Rolünün Değişen Toplum Düzenlerinde Mimari Tasarıma Yansıması, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı 10, Yıl 2017.


 Irmak Özer 

----------------------------------------------------------------------------------------------------


“With all the good praises, my Queen, Honoratus chants you hymns and praises you. Spreading throughout the world, the supreme generosity of Anicis, the ancestral family of whom you are a member, send you praises. Because you have built the church of God, the beauty that rose to heavens.”

This is what is written on the epigraph which is found in Hagios Polyeuktos Church, where its remains lay in Fatih today. Between 524-527, Queen Anicia Iouliana has had built the most spectacular religious buildings ever seen in the Byzantine Empire. Iouliana, who held up her great grandmother as an example about patronage, has taken the right example; because historians confirm that she left her name known today for all the works she has had built. By having Hagios Polyeuktos built, Iouliana has shown such a strength that the Emperor of the time, Justinianos had to have the Church of Hagia Sophia, which we all know today, built as a challenge to Iouliana for the third time.[1]

Historically, in these lands, especially during the Byzantine and Ottoman Empire periods, women have made their power symbolic through buildings. The woman, who did not have a name in the patriarchal society, knew to have her name printed in the history with buildings built under her patronage. In fact, the transformation of history is a very interesting paradox. So much so that in the matriarchal period, the body and sexual qualities of the woman are reflected in the forms of architectural structures because the spirit and body of the woman are considered sacred. In addition, it is women who make houses in matriarchal societies in different cultures. (In fact, we understand from these readings that the saying “The nest is built by the lady bird” is not a substitute for the place of the woman at home, but a reference to her power and her production.) In the matriarchal period, we observe the circular forms on holy buildings which are representations of woman's uterus, her concave stomach, her curved body as reflections of a cross reference to birth, vitality and life events.[2]

Interior designer and artist Ahmet Rüstem Ekici is influenced by these readings and combines his architectural identity with his childhood experiences, appearing before us with the Gynaeceum series, which discusses the use of architectural structures as a means for women to leave their traces throughout history. The artist, who spent his childhood in the Mediterranean lands laden with archeological remains starts his journey with a sorrowful female face he has seen while he was playing which was drawn to a broken Byzantine plate that remained in his memory for years. At the exhibition, this face welcomes us as a hologram. This face, in the aesthetic context, is the last point the artist wants to bring us. Departing from a one-dimensional point, Ahmet Rüstem Ekici takes those women who partook in the history to all places where that point can physically go to. In the Gynaeceum series, from the single point a transition is created to a two-dimensional world with a print-on-paper; while two-dimensional works engraved by laser acquire a three-dimensional characteristic with their depts, the temple created with a 3D printer transforms into a three-dimensional object. With the hologram, we enter to the fourth dimension; as now time is also introduced into the equation. While that sorrowful woman rotates before us, we see her moving with a sensory illusion. In the "Gynaeceum" series, which is the name given to sections allocated to women in palaces and religious buildings during the Roman Empire period, the artist takes the women who have been otherized by being imprisoned in spaces for centuries out of the one-dimensional history pages by consolidating them to a new gathering place and reflects their stories before us as four-dimensional.

Drawings reflecting the artist's architectural identity are created with AutoCAD, an architectural drawing program and transferred to CNC and laser machines, which are engraved on the best known architectural material, cast concrete and finished wood panels. While going through all these processes, as a historical reference, the ovaries, vagina, and breast cross-sections are shown in the drawings. Thus, the male-dominated pre-societal period is returned and we all celebrate the female fertility, reproductive power, femininity and sanctity together with the Gynaeceum series...

Irmak Özer





[1] Carolyn L. Connor, Bizans’ın Kadınları, YKY, İstanbul, 2011.
[2] Özlem Akyol, Çiğdem Polatoğlu, Kadının Rolünün Değişen Toplum Düzenlerinde Mimari Tasarıma Yansıması, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Issue 10, Year 2017.




Yorumlar

Popüler Yayınlar

Dekorasyon Tavsiyeleri No:5 Duvarlara tablo yerine alternatifler - Tabaklar

SANATLA DOLU BİR YAŞAM : LALE BELKIS

About Augmented Reality Exhibition "Hamam"

Aslında Özgürsün

DÜNYA SANAT GÜNÜ İZMİR'19

OMM Açılıyor!

Başka Dünya