Homoerotik bir sergi; hamam
Lütfiye Bozdağ
AICA üyesi, sanat eleştirmeni
Hamam
konseptinden yola çıkan Ahmet Rüstem Ekici, Galeri Bu’da gerçekleşen sergisinde
yer verdiği son çalışmaları ile sanat alanına yeni eklemlenen bazı kavramların
tartışılmasına imkân sunuyor. Bu kavramları şöyle sıralayabiliriz, “homoerotik”,
queer mekân, “Layhar kefeni”, “Hermafrodit”, “gay sex”.
Resimler,
kumaş üzerine baskılar, enstalasyonlar, hologramlar, artvive uygulamasıyla
yaptığı animasyonlar gibi çeşitli teknikler, malzemeler ile zengin bir sanat
yapma yolunu seçen sanatçı, iç mimarlık eğitimiyle yaptığı dekor ve sahne
tasarımı deneyimlerinden yararlanarak hamam mekanını ele alıyor. Antik Roma’dan
itibaren bilinen hamamı, homoerotik kavramıyla birlikte queer mekân olarak
düşünmemize olanak veren bir konsept sunuyor.
Ahmet
Rüstem, antik dönemden günümüze gerek
Osmanlı’nın gerekse Cumhuriyet döneminin yıkanma, temizlenme, arınma mekânı
olan hamamı sadece bir mekân olarak değil içinde bulunan tüm ögeleriyle ve
kültürel yönleriyle ele alıyor.
Resmi
tarih ideolojisinde hamamlar; su ile arınmanın, temizlenmenin mekânı olmakla
birlikte toplumların dini inançları doğrultusunda mimari bir form içinde inşa
edilen sosyalleşme alanları olarak biliniyor. Bugün teknolojinin sunduğu
imkanlarla evlerdeki kalorifer sistemi ve termosifonlar yıkanmak, paklanmak
için hamamlara gitmenin gereğini ortadan kaldırdı. Ayrıca bulaşıcı
hastalıkların hamam ortamında bedenlere geçme riskinden dolayı birçok insan
hamama gitmek istemiyor. Öte yandan sanatçı, bütün bunlara rağmen özellikle
erkeklerin hamama gitme eğilimlerinin arkasında yatan şeyi, resmi tarih
ideolojisinin üstünü örttüğü hamam’ın öteki yüzünü bize göstermek istiyor. Sanatçının
sergisinde dikkati çekmek istediği konu; Batının oryantal bakışında Doğuda
bulunan hamamların erotik ve egzotik mekanlar olarak algılanması ve bu algının
dayanağı olan ipuçlarını ortaya çıkartmak. Ortaçağ Avrupa’sında salgın hastalık
ve batıl inançlar nedeniyle kaçınılan hamam günümüzde Avrupa’da modernleşerek
gay kültürün toplanma mekanı olan saunalara dönüşmüştür. Roma
döneminden beri hamamların yalnız beden temizliği için değil, zevk ve eğlence için de
kullanıldığı bilinmekle birlikte cinsel haz mekânı olarak anılmaması
düşündürücü.
Hamamın gay-sex mekânı
olarak kullanılmasının Osmanlı’da olduğuna ilişkin belge, bilgi olmamakla
birlikte Sarper Yılmaz[1]’ın
Külhanbeyi Kavramı Üzerine başlıklı
makalesinde; Ebuzziya Tevfik’in Yeni
Osmanlılar Tarihi kitabında[2]
anlattığı Külhanbeyi Bahsi bölümünden bazı bilgiler öğreniyoruz. Ebuzziya
Tevfik, Rodos adasına sürgün olduğu bir dönemde Sami adlı bir külhanbeyinden bu
konuyu öğreniyor ve kitabında şöyle anlatıyor: “Anne ve babasını kaybettikten sonra birçok işe girip çıkan Sami sonunda
barınacak bir yeri kalmayınca külhanbeylerinin deste başı olan Gedikpaşa hamamı
külhanındaki Pat Burun İbrahim’e başvurur. Ancak külhana kabul edilebilmek için
bir ön şart vardır. O gece külhanda helva ve pilav pişirilmelidir ve bunun için
gerekli malzemeyi külhana kabul edilecek çocuk bir şekilde bulmak zorundadır.
Malzemeyi temin eden çocuk bunu külhancıya teslim eder. Bununla akşam yemeği
hazırlanır, aday çocuk yemeğe katılmaz ve herkese su servisi yapar. Yemek
bittikten sonra külhancı bir lokma ekmeği üç parmağı ile tutup tuza batırarak
külhanbeyleri için kutsal sayılan bir şiiri okur ve lokmayı ağzına atar ve
sofradakiler de bunu tekrar ederler. Bu şiirin Yeni Tasvîr-i Efkâr gazetesinde
yayımlanan özgün şekli şöyledir:
Bu ocağın adı gerçek
külhandır,
Yersizlerle yurtsuzlara
mekandır.
Nice erler yetişmiştir
Külhandan,
Kim bilir kim bugün
nerede Pinhandır.
Ana baba bucağına
sığmayan
Yavrucaklar bu ocakta
mihmandır.
Pirimizdir bizim Koca
Layhar,
Hak budur kim eşi gelmez
sultandır.
Hu çekelim Layhar’ın
ruhuna hu
Anun için bay ü geda
yeksandır.
Külhana kabul edilen
çocuğa bir kardeş tayin edilmesi gerekir. Bunun da bir ritüeli vardır. Kardeş
olacak çocuklar anadan doğma soyundurulur ve Layhar kefeni adı verilen
külhancının getirdiği büyük bir gömleği birlikte giyerler. Sağdaki çocuk
gömleğin sağ koluna sağ elini, soldaki de sol elini sokar. Dışarından iki baş
ve iki kol görünürken gövde tektir.
O gece iki
çocuk bu gömlek içinde uyur. Akşamları tavla, dama ve benzeri oyunlar oynanır,
şarkılar, maniler, gazeller okunur. Sonra da hazırlanan küller üzerine yatılır,
küçükler genellikle çift olarak ve çıplak bir şekilde küle gömülürler
üzerlerine kilim, çuval gibi şeyler örtülür.”[3]
Bu
bilgiler, Osmanlı döneminde hamam mekânının homoerotik bir mekân olduğuna ve
gay-sex yapıldığına ilişkin net ve açık bilgiler vermemekle birlikte örtük
bilgiler ve sözlü tarihin bu kanaati vermesi sonucunda sanatçı, çalışmalarından
birinde “Layhar’ın
gömleği”ne yer veriyor. İki genç erkek bedenin çıplak olarak içine girdiği ve
geceyi beraber geçirdiği bu gömleği sanatçı, estetize ederek bir sanat
nesnesine dönüştürüyor.
Sanatçı
hamamın iktidar alanı olmadığını şeffaf bir alan olduğunu düşünüyor. Burada
mevkilerin ortadan kalktığını, herkesin birbirini çıplak görebildiğini ya da
peştamal içerisinde yarı çıplak görebildiğini bu yüzden hiyerarşinin ortadan
kalktığını, peştamalin tek tip giysi olarak herkesi eşitlediğini göstermek
istiyor. Ahmet Rüstem, kurgusal hamamı queer bir mekân, peştamali ise bedenin
bir bölümünü örten kadınların da erkeklerin de kullanmasıyla cinsiyetsiz bir
giysi olarak ele alıyor.
Ayrıca
Osmanlı hamamlarında peştamalın hem aynılaştırıcı hem de ayrıştırıcı olduğunu
biliyoruz. Gayrimüslimleri tellaklar yıkamak istemiyor o nedenle onlara farklı
renk ve dokumada peştamallar veriliyor, böylece farklı renk ve desenlerde
dokunan peştamal göre kimin müslim kimin gayrimüslim olduğu anlaşılıyor.
Sanatçı bu peştamallara göndermede bulunduğu tasarımlar yapıyor. Öte yandan
Müslümanlar arasında hiyerarşinin ortadan kalktığı erkeklerin kendisini
rehavete bıraktığı ve rahatladığı sıcak bir yer olan hamam, buharın verdiği
yumuşaklık ile gevşeme, haz ile bedenin kendisini bıraktığı gevşeme alanı.
Mimari
mekan olarak bakıldığında hamamın genellikle kare olduğunu ve merkezinde göbek taşı
olacak şekilde tasarlandığını ve içinde özel odalar bulunduğunu bu özel
odaların mahremiyet için kapalı alanlar olarak kullanıldığını biliyoruz.
Sanatçı, hamamın en önemli unsurlarından biri olan hamam taslarını göğüs ucu
şeklinde tasarlayarak erotik bir nesne halinde estetize ediyor. Hamam tasının
tam ortasına yerleştirdiği göğüs uçlarında yer alan piercing, hamamın
homoerotik temasını güçlendiriyor, bu formları sanatçı yaklaşık 10 adet seramik
hamam tası şeklinde enstalasyon olarak sunuyor.
Ahmet
Rüstem’in bu sergisinde en çok yer verdiği bir diğer kavram anahtar deliği ve
gözetleme. Sergideki bütün görseller, anahtar deliğinden birini gizlice
gözetliyormuşuz duygusu uyandırıyor. Üç boyutlu animasyonlar hamam içi mekanı
gözetliyormuş hissi veriyor. Bir hamamın içinde gezerken hep bir göz kırpma ve
dikizleme hissi ile peştamalin altındakini merak etme, anahtar deliğinden
gözetleme gibi homoerotik atmosferin kumaş üzerine yapılan baskılarda ele
alınışı, bu kumaşların desen, figür ve renkleri sergi konseptini çağrışımsal
olarak kuvvetlendiriyor. Çıplak bedene dokunulduğunda giyinmiş gösteren
animasyonlar izleyicide dokundukları çıplak bedenin giysiyle örtündüğünü
görmeleri ile ayrı bir heyecan uyandırıyor. Hamam içinde çıplak bedenleri bir
anahtar deliğinden gizlice seyretmek, dikizlemek duygusunu veren hamamdaki
buharla belirsizleşen ilüzyonik havayı ise sanatçı hologram ve artvive
uygulamasıyla yaptığı animasyonlarla veriyor. Animasyon fan, 20 kare bazında
dönen iki boyutlu görselleri üç boyutlu program üzerinden gösteriyor. Ara yüzü üç boyutlu olan bu program ile hamam
içi mekan görüntüleri hareket eden bölümleriyle egzotik bir atmosfer
oluşturuyor.
Kumaş
üzerine baskı resimlerin hepsinin çerçevesi var. Antik dönem mozaiklerinin her
zaman çok büyük çerçeveleri olduğunu, o çerçevelerle üç boyutluluk sağlamaya
çalışan mozaik panolara benzetmek istediğini söylüyor, sanatçı. Üç boyutluluk hissi vermek istedim ama bunu
daha çok animasyonlarla digital tekniklerle yaptım diyor. Hologram ve
animasyonlarda bazı yerlerine hareketlilik sağlıyor. Uzaktan bakılınca
derinliği anlaşılmayan bazı görüntülerin, durağan ve iki boyutlu görüntüleri
digital üç boyutlu tekniklerden yararlanılarak hareket eden üç boyutlu imajlara
dönüşüyor ve derinlik kazanıyor. Hatta sanatçı bu çalışmalarını hologram baskı
ile üç boyutun da ötesine taşıdığını, iki boyutlu resimlerle anlatamadığı
erotik hikayeleri hologram baskı ve animasyonlarla anlatabildiğini söylüyor.
Osmanlı
hamamının önemli unsurlarından biri olan tahta takunyalar yerine ise flip flop
terlik kullanmayı seçen sanatçı, flip flop terliğin cinsiyetsiz olduğuna
dikkati çekiyor. Bu terliklerden yaptığı bir imgede iç içe iki terliği konumlandırarak
yanda bir kondom ile homoerotik bir gönderme yapıyor.
Sergi
“homoerotizm”, queer mekân, “Layhar’ın gömleği”, “gay sex” kavramlarını bir arada
ele alan ilk sergi olmasıyla dikkati çekiyor.
[1]YILMAZ Sarper; 1 Külhanbeyi Kavramı Üzerine,
Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, Cilt III, Sayı: 8, Mayıs 2016
[2] TEVFİK
Ebuzziya, 1973, Yeni Osmanlılar tarihi, Kervan Kitapçılık Basın Sanayi ve
Ticaret A.Ş., İstanbul
[3] YILMAZ
Sarper; 1 Külhanbeyi Kavramı Üzerine, Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi, Cilt
III, Sayı: 8, Mayıs 2016
İncelikli dokunuşlar,
Aralanan peştamallar, Alevlenen bedenler
Kandan
Ve ceninden bir gün daha
Başlarken
Bir dalı
kanatıyorum tırnaklarımla
Ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum
Arkadaş Z. Özger/Bir
gün sevişmeyi bana
0. Prolog
Yasaklanmış arzularla nefes almak bedenin kendi içine kapanmasına yol açar.
Güneşin doğmadığı, karanlığın çöktüğü içsel bir dünyada hisler utanç
mekanizmasına gömülür. Artık tüm gelişim sahası çöle dönüşme riski taşır.
Adımıza konuşan, hudutlar koyan gürültülü kitlelerin arasında oradan oraya
savrulmak an meselesidir.
Yine de gün gelir bilinmeyen sokaklarda, parklarda ya da başka mekânlarda bu
yalnızlığı paylaşacak birilerini aramaya koyuluruz. Bir bakışa, imaya ya da
dokunuşa teşneyizdir. İçimizdeki karanlığı yırtıp atmanın yollarını bulmaya
girişiriz. Kendi mağaramızdan çıkarak yollara düşmeyi göze alırız. Ne ölüm ne
de baskının bizi durduramayacağını düşünürüz.
Kapıda tehlikeler belirir. İşte özgürlük diyebileceğimiz serüvenlere açılma,
sınırları aşındırma ve kendimizi inşa etme meselesi gündeme gelir. Sahiden
nedir bizi bu dünyada tutan diye düşünüp dururuz. Bedenin üstüne yazılmış her
ne varsa kaldırıp atmanın zorlukları üzerine kafa patlatırız. Ara yerler
bulmanın imkânlarına dair arayışlara gireriz.
Göğüs ucu, dudaklar, kalçalar... Bedenimizin her köşesinin kaskatı kesildiğini
hissettikçe ölümle burun buruna gelmek kaçınılmaz hale gelir. Hiçliğin
eşiğinde, uçurumun kıyısında yabancıya dokunmanın arzusu gün geçtikçe büyümeye
başlar. Kartopu misali tenin yüzeyi bitimsiz titreşimlerle dolar.
O halde diyebiliriz ki; ikili cinsiyet egemenliğiyle yoğrulmuş patriyarkal
düzeni bir an olsun çatlatabilmek ya da oradan kaçabilmek her birimizin
mücadelesinin yapı taşı olarak vuku bulur. Okyanus misali taşan dünyalarımızın
yolu parklardan, hamamlardan, barlardan geçmemiş midir? İlk cinsel
deneyimlerimizin, aşklarımızın, dostluklarımızın şekillendiği bu yerler
kuşkusuz klasik mekânın iktidar çizgilerini aşar.
1. Bir ara perde olarak ‘hamam’
Ahmet Rüstem Ekici dibine kadar boğulmuş, cinselliğin çeşitli biçimlerinin
yasaklandığı dünyada bir kaçış mekânının izlerini sürüyor. Sanatçı yüzyıllardır
Anadolu'dan Avrupa'ya ve hatta Uzakdoğu'ya değin masallara, arkeolojik
araştırmalara, mitolojik anlatılara konu olmuş hamamların yüzeylerini yeni
baştan ele alıyor. Fakat bu alanlar oryantalizme has mistik bir bakışla
incelenmiyor. Eserler sömürgeciliğin kalbinde doğan, seyirlik olarak işlenen
şarkiyatçılığı aşıyor. Mekânlar Pandora'nın kutusu bağlamından çıkarılarak ete
kemiğe bürünüyor. Eserlere yayılan bedenler, nesneler oryantalizme has bir
kapatılmayla veya alt-erotik göndermelerle işlenmiyor. Kimi yerlerde gördüğümüz
şark cinselliği, Arap oğlanların egzotizmi bilhassa Ahmet Rüstem Ekici'nin uzak
durduğu bir anlatım formu.
Lakin tüm cesaretimizi toplayarak oryantalizmin anahtar kavramı olan gizemin
nasıl bağlamından koparılarak işlendiğini anlatmamız gerekiyor. Mefhumu
ters-yüz eden Ahmet Rüstem Ekici bir cinsel deneyim mekânına dönüşen
hamamlardaki göstergelere odaklanıyor. Bunu yaparken dijital bir evren
yaratarak doğal-yapay ikiliğini aşıyor. Antik mozaik kaplamalarla şekillenmiş
mekân çerçeveleri, beden izleri, erotik nesneler kumaş üzerinde dalgalanarak en
uzak ihtimalleri birbirine bağlıyor. Böylelikle hamam cinsel enerji sahasını
ifade edebilen bir gerçekliğe vurgu yapıyor.
2. Epilog
Heterotopya kavramı neye işaret eder?
Örneğin; hapishaneler, akıl hastaneleri, mezarlıklar birer heterotopya olma
özelliği taşır. Günümüzde konsept hala kullanışlılığını sürdürmekte. Yani
algıyı yönlendiren görünürlükler olarak vuku bulan, değişebilir veya dinamik
niteliklere sahip bu düzenekler her zaman gösteren konumundadır. Fonksiyon
aygıtları da diyebileceğimiz her bir mevki farklı iktidar rejimlerini işaret
eder.
Hamam toplumsal dinamikler nezdinde temizlenme alanı (ya da heterotopya)
olarak görülse de Ekici'nin eserlerinde bu durum tersine çevriliyor. Klasik
mekân algısı erkekler hamamı ya da kadınlar hamamı gibi ikili cinsiyet
egemenliğine işaret edebilir. Fakat sergi kuirleşen bir bakışla mevcut olanı
saptırarak onu kat ediyor. Hamam,
sınırların eşiğinde cinsel deneyimlerin veya bedenlerin birbirine olan
temaslarının biçimlendiği yer olarak pek çok hikâyeye, deneyime kapı açıyor.
Son olarak; Gökkuşağının imkânları çok da uzakta değil. Bu bağlamda Ahmet
Rüstem Ekici'nin Hamam sergisi
görülmeyi bekliyor. Bakışlarda gömülü daha nice hikâye eserlerle birlikte gün
ışığına çıkacak.
ERKEKLER, GÜNDÜZ DÜŞLERİ ve HAMAMLAR
“Tanımlarla
birlikte doğulur; kimlikler ise yaratılır. Tanımlar size kim olduğunuzu söyler.
Kimlikler ise sizi henüz olmadığınız fakat olabileceğiniz şeye doğru çeker. 1
Bauman’ın kendi kimliklerini yaşamaktan alıkonan ve
sürekli başkalarının arzularına ayak uydurmak zorunda olan bireyleri açıklarken
yararlandığı Tanım’ ve ‘Kimlik’ kavramları modern sonrası
toplumlarda dikkatle üzerinde durulması gereken konulardan biridir. Toplumsal
hayatın içinde her noktada üzerine doğduğumuz tanımlar ve edinmek istediğimiz kimliklerin
çatışması ile karşı karşıya kalırız. Ahmet Rüstem Ekici, sergisinde
özellikle bu mekanlardan biri olan - tarihi süreklilik içerisinde de önemli bir
yer tutan- Hamamlar üzerine yoğunlaşıyor. Buradan hareketle bazı sorular aklıma
geliyor: Bütün erkekler güçlü müdür? (güç arzusunda mıdır?) Erkekliği ortaya
koyma biçimleri nelerdir? En önemlisi de erkeklik nedir? Hamamlarda erkekler
tanımlarla mı kimliklerle mi var olurlar?
Bu metinde bu soruların cevaplarını aramayacağız. Fakat
bütün bu sorulara verilebilecek potansiyel cevapların çeşitliliği ve karşıtlığı
gösteriyor ki Erkek(si)Iik/ ‘Masculinity’, tartışılması gereken bir
kavramdır. Peki nedir Erkek(si)Iik? En temel anlamıyla erkek cinsine ait olan
ve/veya ona atfedilen özellikler olarak tanımlanabilir. Tarih içerisinde
erkek(si)Iik kavramını feminizm çalışmaları, iktidar ve cinsellik, sınır, ırk
ve LGBTİ+ sorunlarıyla ilişkilendiren çeşitli savların anlamaya ve anlatmaya
çalıştığını görüyoruz. Feminist hareket, insanlık tarihinin çoğunlukla erkekler
tarafından, erkekler hakkında ve erkekler için yazılmış olduğunu iddia eder. Bu
iddianın kökeninde, tarih boyunca Erkek(si)liğin pek de detaylı irdelenmemesi
yatmaktadır. Erkek ve kadın ayrımını biyoloji olarak Cinsiyet/‘Sex’ kavramı
tanımlar. Toplumsal Cinsiyet/‘Gender’ ise erkeklik ve kadınlık hakkında toplum
tarafından tanımlanan kültürel, politik ve dini beklentiler ile yapılanan
bölünmeye ve rollere gönderme yapar. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet sosyal
olarak yapılanmış bir fikir olarak kadınlar ile erkekler arasındaki
farklılıkların toplumsal düzlemde kabul edilmiş rollerine dikkat çekmektedir.
Fakat bu terimin kapsamı, doğası gereği, yalnızca bireysel kimliği ve kişiliği
değil, ayrıca sembolik düzeyde erkekliğin ve kadınlığın kültürel idealleri ile
stereotiplerini, yapısal düzeyde ise kurumlar ve örgütlerdeki cinsel iş
bölümünü içine alacak kadar genişlemiş ve değiştirilebilir ve dönüştürülebilir
olmuştur. Bu noktada bu terimleri açıklarken Foucault’un cinsellik ve iktidar
kavramlarına değinme zorunda kalırız.
Erkek(si)Iik kavramını Foucault üzerinden bir okumayla
anlamaya çalıştığımızda bu kavram bizi Freud’a götürür. Foucault, Freud’un ve
Psikanaliz’in çıkış noktalarını genel olarak Batı kültüründe ve özellikle 19.
yüzyıl sonunda psikiyatride çok büyük önem taşımış bir fenomen olan histeriden
aldığını belirtir. Histeri ise sendromunun yoğunluğuna göre kendi geçmişinin
tüm bir bölümünü veya vücudunun bütün bir kısmını bilemeyebilen öznenin kendini
toptan bilememesi ve/veya unutması fenomeniyle açıklanabilir. Foucault’a göre öznenin arzusunu bilmemesi ile
başlayan 2 histerinin Freud’un aktardığı biçimiyle hem kendini hem de buradan hareketle cinselliğini bilmemesi olarak açıklarsak psikanaliz ile olan
bağlantısını daha net kavrayabiliriz. Ahmet Rüstem Ekici’nin sergide kullandığı
temas, sosyalleşme, örtünme, soyunma, giyinme, yenilenme, buruşma, boşaI(t)ma,
koru(n)ma, kirlenme, arınma, haz ve gizIe(n)me gibi kavramlar histerinin
psikanaliz ile olan ilişkisine doğru yönelmektedir. Ta/?ımların baskısıyla
histeriye kapılmış bireyler m/m///r/erini aramaktadırlar. Hamamlar onlar için
soyundukları, tüm tanımlardan arındıkları, sosyalleştikleri ve gizlenmeden
kendileri olabilecekleri bir ortam sunmaktadır. Hamamlardaki bu inşai faaliyet
sırasında erkekler Erkek(si)Iik ve karşıt kavramları arasında gidip
gelmektedirler. Ahmet Rüstem’in işlerinde de bu ikilemi görebilmekteyiz.
Kahramanları nın erkeksi bedenleri üzerindeki kadınsı izler, onların
kimliklerini ararken yattıkları gündüz düşlerini bize aktarmaktadır.
Kerim Kürkçü Istanbul 2019
Bauman
Zygmunt, Postmodernlik ve Hoşnutsuzlukları, 2000, Ayrıntı Yayınları, Syf-102 1
Foucault Michel, Entellektüelin Siyasi işlevi - Seçme Yazılar1, 2000, Ayrıntı
Yayınları, syf-215 2
Yorumlar
Yorum Gönder