Cansu Sönmez ile Kullandığı Materyaller Üzerine

Materyaller üzerine

Cansu Sönmez 


cansu sonmez sanat




 

 

Çoğu zaman sanatçılar çalıştıkları kavramları aktarırken malzemeler arasında sıkı bağlar kuruyorlar. Farklı malzemeler ile çalışmaktan korkmayan iki genç sanatçı ile hem üretimleri hem de sanat ortamına dair fikirleri için sohbet ettik.

 


cansu sönmez

 

 

Öncelikle kısaca seni tanıyabilir miyiz?

 

1991, İstanbul doğumluyum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Temel Sanat ve Tasarım bölümünde yüksek lisans yapıyorum ve tez aşamasındayım. Bir yandan atölyemdeki çalışmalarım devam ediyor. Yazınsal anlamda 2009’dan beri distopya takipçisiyim. 2013 yılından itibaren de distopyanın içerdiği çeşitli kavramları sanatımda inceliyorum. Bu inceleme ilk olarak bir manken fabrikasında, okuduğum 1984, Cesur Yeni Dünya, Swastika Geceleri gibi  romanlarında etkisiyle başladı. Manken fabrikasında insanların standartizasyonlaşması, kadın bedeni, yapaylık üzerinden gelişen çalışmalarım giderek kente evrildi. 2017’den itibaren üretimimde kullandığım malzemeler değişti betonla başlayan süreçte bir çok farklı malzemeyle çalışmalar gerçekleştirdim.

 

Üzerine çalıştığın seri veya sergine hazırlık sürecin nasıl şekilleniyor?

           

Yaşadığım çevrenin etkisi üretimimde etkin rol oynuyor diyebilirim. Şehirde bir çok absürtlüklerle karşılaşıyoruz ve bunlara dair kafamda bir çok soru dönüyor. Soruların cevabını ararken kendimi yeni bir projenin içinde buluyorum. Tabi ki okuduğum kitapların, izlediğim filmlerin ve takıntılı olduğum bazı konuların da etkisini göz ardı edemem. İlgimi çeken merak ettiğim konuları çalışacağım zaman bir çalışma haritası çiziyorum ve o haritanın üzerinden yola koyuluyorum. Yola koyuluyorum çünkü 2017 den beri konfor alanımın çok uzağında bir çalışma prensibi geliştirdim. O nedenle de fabrikalar, marangozlar, demirciler, kalıpçılar vb insanlarla, sokakta bulduğum malzemeler, onları dönüştürebileceğim aletlerin araştırması gibi teknik yönler için genelde gidip, görerek, deneyimleyerek araştırma sürecim başlıyor. Bunun yanında çalışmanın kavramsal yönünü geliştirmek için bir çok okuma yapmam gerekiyor.  Tabiki   bilgi almam gereken farklı uzmanlıklardaki insanları da belirliyorum onlara da danışıyorum. Bu danışmalar çalışmanın kavram, yazılım, mekanik veya malzeme kısmıyla ilgili olabiliyor ve onlarla beraber yoğun bir çalışma süreci geçiriyorum.

 

cansu sönmez

Genç bir sanatçı olarak sürekli yeni ve farklı materyaller denemeyi tehlikeli buluyor musun?

           

Açıkcası heyecan verici buluyorum. Heyecan içinde çeşitli tehlikeleri de barındırıyor. Bu tehlike kullandığınız malzemenin bozulması olabilir, para ve emek harcadığınız projenin istediğiniz gibi sonuçlanmaması da olabilir. Aslında yeni ve farklı materyaller benim için kavramla gelişiyor. Yani önce kavram geliyor sonra o kavramı anlatabileceğim materyal oluşuyor. Ve ikisini beraber olgunlaştırmaya başladığımda konuyla iyice diyalektik bir bağ kuruyorum. Konuyu anlatabileceğim çeşitli yolları gezmek aldığım risklere değiyor diyebilirim. Evden bugün “Bu su borularını nasıl şekillendiririm.” diye sokağa çıkıp esnafla iletişime geçtiğim an günün nerede sonlanacağını kestiremiyorum, kendimi bir anda Gaziosmanpaşa’da kanalizasyon boruları üreten bir firmada bulabiliyorum. Bu iletişimin ve sürecin öğretici olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir problemi dile getirmek için araştırma süreci başlıyor ve problemi dile getirirken yaşadığınız zorluklara rağmen mücadele ve üretim devam ediyor. Bu üretim sürecimin tamamı, benim sanatımı inşa eden ilham aldığım doneleri barındırmaktadır.

 

Teknoloji ile olan bağın nasıl gelişti?  “Bu Nasıl Uygarlık” sergisi ve Bang. Prix deneyimlerinden bahsedebilir misin?

 

 Aslında tamamen hayal etmekle başladı. Bir kolaj gerçekleştirmiştim ve bu kolaj su damlasının oluşturduğu harelere benziyordu. O dönem beton malzemeler kullanmaya yeni başlamıştım. Ve kolajdaki halkaları nasıl hareket ettirebileceğim üzerine düşünürken betonu oluşturan malzemeleri inceledim. Beton içindeki tonla kimyasala rağmen kum ve su gibi doğal malzemeleri de barındıran bir bileşim. Bu bileşimin oluşturduğu yapılara sıkışmış doğayla iç içe kent kurgulamayı başaramamış bizlerin zıtlığını, bir su damlasını betonun üstünde görme fikrinin anlatabileceğini düşündüm. Betonun içindeki suyun dile gelmesini istedim diyebilirim. Ve süreç böyle başladı yaklaşık bir yıl nasıl hareket ettiririm üzerine çeşitli malzemeler denedim işin yazılım ve mekanik kısmında destek aldım. Ve çalışmanın ilk prototipini Mimar Sinan’daki proje sunumunda sergilemiş oldum. Sonrasında Tüyap “Ağustos Atölyesi” nde çalışmamı gerçekleştirme fırsatı buldum. Ardından Bang Prix’nin açık çağrısına kinetik heykelimle başvurdum ve kabul edildim. Bang Prix’de çalışmayı bir adım öteye taşımış oldum diyebilirim. Proje kapsamında yapılan toplantılar verimli ve ufuk açıcı oldu benim için. Ve çalışmaya inşaat seslerinin datasındaki zik zakların stilize edilerek oluşturulduğu bir maping entegre ettim. Kinetik çalışmamla ilgili insanların hissettiklerine dair konuşma fırsatı elde etmiş oldum. Sonuçta organik bir hareketi taklit eden mekanik bir hareket var, ilk etapta nasıl olduğunu insanlar merak etse de ne hissettiklerini sorduğumda genelde rahatlatıcı bulduklarını söylediler. Suya bakmak insanı rahatlatır, taklidini gömek bile rahatlattığına göre betonu dile getirmekte haksız değilmişim dedim . Bang prix’nin ardından  Pg Art Gallery ile Contemporary’e çıktım ve 17 Eylül’de “Bu Nasıl Uygarlık”   adlı ilk kişisel sergimi Pg Art Gallery ve Tomtom Design Hood’un  destekleriyle Tomtom’da açtım. 2019 benim için hayallerimin gerçekleştiği, emeklerimin somut olarak karşılık bulduğu güzel bir yıl oldu, süreçte desteğini esirgemeyen Pırıl Güleşçi Arıkonmaz ve ekibine ayrıca mekan destekçim Hakan Kodal’a ne kadar teşekkür etsem az.  

 

cansu sönmez


Bu Nasıl Uygarlık sergisinde, kenti oluşturan insanların çıkmazını ele aldım diyebilirim. Çünkü, çağlar içinde gelinen uygar dünyayı düşündüğümüzde hem doğayla, hem de kendinden olmayanla uyum içinde yaşayabilen, daha duyarlı insanları düşleyebilmemiz gerekir. Sonuçta uygarlık artık kendi oluşturduğu kentlerde yaşayan insanın, bir üst zihin seviyesine çıkmış olmasını gerektirir. Yaşadıklarımızı gözden geçirecek olursak görünen o ki kentte yaşayan her insan aynı oranda uygar değil. Philip K. Dick’in “Androidler Elektrikli “Koyun Düşler mi?” romanında bir şehir tasviri var ve bu tasvir günümüz dünyasına çok uyuyor, romandan esinlenerek ürettiğim Conapt serisi bizim dünyalarımızı anlatıyor. Dick’in romanında 3. Dünya savaşı yeni bitmiş ve dünyayı radyoaktif bir toz bulutu sarmıştır. Toz bulutundan kaçarak yaşayan insanlar, oluşturulan conapt binaların içinde sıkışmış ve mutsuz halde duygularını aramaktadırlar. 68 yılında yazılan ve  21. yy’ın başlarına atfedilen romandan uyarlanan “Blade Runner” filmide “Aralık 2019” tarihiyle dönemin geleceğine ithafen açılışını yapar. Ben de bu isabetli öngörüden esinlenerek içinde bulunduğumuz benzer  durumu, şehirden bulduğum nesneleri ve yine şehrin içine yerleştirdiğim kafalarla birleştirerek oluşturduğum iki farklı yerleştirme ile ele aldım. 2019 tarihli iki farklı serimde sergide yer aldı. “Yetişkinler İçin Oyun Alanı” ve “İmkansız Oyun” serilerimde şehrin iktidarını ve kenti oluşturan insanların pamuk ipliğine bağlı hayatlarını ele alıyorum. Sonuçta kenti oluşturan insanda kent gibi inşaat halinde ve gücü elinde tutanların oyununu oynadığının çoğu zaman farkında değil. Üst katta barbarların yerinden oynayamaz gibi duran büyük beton legolarını görürken alt katta altı bin parçadan oluşan iç içe geçmeyen minik legolar ve onların izleyicinin müdahalesine açık olması hayatın kırılganlığını gösteriyordu. Sergi alanında sıklıkla bulunmaya özen gösterdim çünkü bu birikimleri sunmak kadar sergiyi gezenlerle iletişim sağlamak, hayattaki nüansları görünür kılmak ve tartışabilmek benim için çok önemli. Sanatın dokunulabilir olmasını önemsiyorum ve sergiyi dolaşan insanların aklına soru işaretleri koymak istiyorum. Her anlamlı soru yeni bir çözümün araştırılması için güzel bir başlangıç.

 

Aynı zamanda şehrin sokaklarına da bazı müdahalelerde bulunuyorsun ? Bu fikir nasıl ortaya çıktı ve genel olarak izlenimlerin neler?

 

2017’de manken fabrikasına gittiğimde manken başlarının beton içine sıkışık gibi duvarda durduklarını gördüm. Ve evet bu biziz dedim o an. Ben salt olarak insanı ele almak istediğimden daha androjen bir yüz yaptım ve fabrikada gördüğüm görüntüden esinlenerek üç boyutlu bir çalışma gerçekleştirdim. Çalışmalarımda duruma itiraz etmek, göstermek ve anlaşılmak istiyorum ve bunu en iyi sokakta yapabileceğime karar verdim. Sanırım distopik öykülerdeki kahramanlar gibiyim bu konuda. Kahraman önce iç hesaplaşmanın içindedir, konuyu araştırır ve içinde iyice olgunlaştırır sonrasında ise itiraz etmek ister birkaç müttefik edinir onlarla tartışır ama yetmez artık görülmelidir ve anarşist ilk hamleyi yapar. Tam bu noktada bazen yakalanır bazen kaçmayı başarır... Sokağa çıktığımda ben de kendi anarşist eylemimi gerçekleştirdim diyebilirim. Cesaret gösterdim ve çok güzel bir duyguydu. Çünkü  aracısız bir etkileşim alanı oluştu. İlk yaptığımda bir kız gördü “Ne bu büyü mü yapıyorsun ne yapıyorsun?” diye sorguladı. Yaptığım şeyi anlatsam da kafa oradan sökülmüştü ama ben devam ettim sonrasında gerçekten bunu anlayan insanlar beni buldular. İnstagramdan anladıklarına dair yorumlar yazdılar. Karşılıklı olarak birbirimizi yakaladığımızı düşünüyorum. Bir arkadaş ‘’Bunu sokakta gördüğümde o kadar tanıdık geldi ki bir an  sokaktaki yalnızlığımı unuttum’’ diye yazdı, birisi tek tipleşmeyle ilgili kendisinde hissettirdiği duyguları anlattı… Malzemenin ne olduğundan, niye öyle olduğuna kadar tüm detaylarıyla ilgilendiler ve bu samimiyet doğru yolda olduğumu hissettirdi.

 

   Belirtmek isterim ki  kendime  sokak sanatçısıyım demiyorum. Ben sanatçıyım. Ve böyle bir şeye cesaret ettim, bundan çok mutlu oldum. Şu an için devam edeceğimi biliyorum.

 

 

cansu sönmez

 

Günümüz sanat ortamı hakkında neler düşünüyorsun?

 

 Post modern dönemde belirleyicinin piyasa olduğu aşikardır. O nedenle sanatçının piyasanın isteklerine maruz kalmadan üretme seçeneğinin daraldığı ortadadır. Kapitalist dünyada her şeyin belirleyicisi piyasa, bu bağlamda da sanatta da belirleyicinin piyasa olmasını anlayabiliyorum ancak herhangi bir şekilde para kazanmış birilerinin kötüyü satın alarak pekiştirme riski söz konusu. Bu çağın ortak bir sanat anlayışı var bu oturmuş bir şey cümlelerle anlatması zor, fakat bir şeylerin sanatmış gibi gösterilerek para kazanmak adına iyiymiş gibi sunulmasını doğru bulmuyorum. Hal böyle olunca sanat tarihçilerine, sanatçılara hem de köklü galerilere büyük bir sorumluluk düşmekte. Piyasanın arzusundan ziyade sanatı olması gerektiği şekliyle korumak ve sürdürmek için sanat severleri bilinçlendirmenin gerekliliğini önemsiyorum.

 

Sıradaki projelerin neler?

           

Yakın zamanda hayata geçireceğim iki projem var. Daha çok araştırma sürecindeyim. Birincisi ailemin yaşadığı yerde endemik bir bitki olan  “Bayrampaşa Enginarı” nın hikayesini ve yok oluş sürecini kendi sanat dilimde ele alacağım. Diğer projemde ise mekana dair distopik bir yerleştirmem olacak.

 





 Bu röportaj Artisans Dergi'nin Ocak Şubat 2020 sayısında yayınlanmıştır. İzinsiz kullanımı yasaktır. 

 

 

 

 

 

 


Yorumlar

Popüler Yayınlar

Dekorasyon Tavsiyeleri No:5 Duvarlara tablo yerine alternatifler - Tabaklar

SANATLA DOLU BİR YAŞAM : LALE BELKIS

About Augmented Reality Exhibition "Hamam"

Aslında Özgürsün

DÜNYA SANAT GÜNÜ İZMİR'19

OMM Açılıyor!

Başka Dünya