Yonca Karakaş Artisans Dergi Röportajı - 14. Sayı
Yonca
Karakaş'ın ile soluk, yatıştırıcı renklerle kurguladığı hikayelerine doğru
yolculuğa çıkıyoruz.
2012
yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Fotoğraf ve Video
programından mezun olan Yonca Karakaş, 2014 yılında kendi stüdyosu olan
YONKA’yı kurdu. Neredeyse silikleşerek beyaza yaklaşan renklerden oluşan bir
boyutta mekanı objeler ile tanımlayarak izleyiciye ipuçları sunan, karakterleri
bir rüyadan fırlamış gibi görünse de aramızdan biriymiş gibi duran ve gerçekçi
görseller sunan bir sanatçı.
Çalışmalarını
oluştururken izleyiciye yeni bir oyun sergilenecekmiş gibi titiz çalışarak
kostüm, makyaj, dekor ile kurguladığı hikayelerine davet ediyor izleyicisini.
Özenle seçtiği, kurguladığı karakterlerinin gözlerinin daldığı ufuk, bizi
baktıkları yerlere, anlatmak istediği hikayelere daha da hapsediyor.
Duke
Üniversitesi Psikoloji, Sinirbilim ve Nörobiyoloji bölümünde profesör olan
Jennifer M. Groh "Mekan Yaratmak" isimli kitabında; "Beyin
tercüman rolünü oynamakta mahirdir. Görmenin pek çok veçhesi tercümeden
yararlanır ama belki de hiçbiri görmenin mesafe veçhesi kadar önemli
değildir. Retinadaki imge üç boyutlu dünyanın iki boyutlu yansımasıdır.
Beynimiz bu iki boyutlu imgelerden üç boyutlu dünyayı çıkarmak zorundadır.
Beyin bu çıkarımı yaparken birçok ipucunu bir araya getirir." der. Yonca
Karakaş eserleri tıpkı bu akışla örtüşerek izleyiciye, dekor parçaları, kamera
objektifine göre yerleştirilmiş canlılar ile bulundukları mekan hakkında
ipuçları verir. Soluk renklerin sonsuzluğundaki hikâyeyi kurgulamak ise kişisel
deneyimlerimiz ile kesişir ve eser ile bir bağ kurarız.
Markalar
ile oluşturduğu reklam çekimlerinde de sanatçı markanın içeriğini kendi çizgisi
ile harmanlayarak izleyicisine semboller ile bezeli bir anlatı sunuyor. Bu
özgün anlatım dili onun dünyaca ünlü markalar ile iş birliği kurmasını sağladı
ve ticari çalışmalarda sanat dokunuşunun gücünü bir kez daha hissetmiş olduk.
Üretim sürecini ve daha önce anlattıklarını, anlatacaklarını kendisinden
dinleyelim.
Kolaj çeşitli materyaller
ile katmanlarla oluşturulan resimlerdir. Sen de aslında dijital çizim
araçlarında çoğu zaman bir mekanı kolaj mantığı ile, katmanları birleştirerek
yeni bir alan yaratıyorsun ve yeni yüzler oluşturuyorsun. Çalışmalarının
içerisinde bir dekor olduğunu da görüyoruz. Modellerin makyaj, dijital
dokunuşlar, renk düzenlemeleri ile değişiyor. Dekorun, oyuncunun olduğu
müziksiz bir film karesine dönüşen dijital çalışmalarının set anlamında
hazırlık aşaması nasıl bir süreç?
Dönemsel olarak bazı
konulara ilgim oluyor ve bu konular ile ilgili küçük sahneler hazırlıyorum.
Fotoğraflarda gördüğünüz bir çok şey gerçek fakat karakterler o kadar olağan
üstü ki (olağan üstü kelimesini mükemmel olarak değil normun dışında olarak
kullanıyorum) diğer her şeyde bu anlamda gerçekliğini yitiriyor. Ve izleyici
için kuşku başlıyor bu gerçek mi? Yoksa dijital bir üretim mi? Bu soruları
sosyal medya hesaplarımda direkt mesaj üzerinden yanıtlarken buluyorum kendimi
çoğu zaman. Evet, bazıları gerçek fakat bazıları değil. Ve bazı işlerde bunun
ayrımı çok keskin olsa da, bazılarında bu ayrıma varmak zor oluyor. Çünkü işler
zemini tabiatıyla çok kaygan ve belirsiz.
Çekimden önce modelin
giyeceği kıyafeti çizip diktiriyorum. Saç ve makyajı stüdyoda ben yapıyorum. Kurgu
ile ilgili elimde bir taslak olsa da asla taslağa bakmıyorum. Her şeyi o
anda yeniden kurguluyorum. Bu sanki yola çıkmadan önce tedbir alıp yoldayken
yolun o kadar da korkutucu olmadığı, aksine bundan zevk almam gerektiğini
hatırlatıyor. Sanırım hep en başa onay alma korkusuna varıyor her şey.
Çekim bittikten sonra
masa başında kurgu hala devam ediyor ta ki iş internet sayfalarında dolaşıma
girip kendini sabitleyene kadar.
Renkler bize çok
fazla bilgi aktarır. Senin renk paletin nasıl ortaya çıkıyor?
Sahneyi önceden
tasarlayıp, tüm renkleri seçip duvarı ya da objeleri seçtiğim renklerle boyasam
da, çekimden sonra sıkılıp renklerin çoğunu değiştiriyorum. Yani renklerin çoğu
kurgulanmadan ,rasgele, bir anlam ifade etmeden öylesine çıkıyor. Ama rastgelenin
içinde bir anlam olduğunu düşünerek ilerlersek varacağımız nokta uzun uzun
yanıtlar olacaktır.
Renkler ile tanımladığın
boşluğa çoğu zaman nesneler eşlik ediyor ve mekânsal bir kurguya dönüşüyor.
Görsel sistem, beynimizin mekânsal bilgiyi kurgulamak için nesnelerden
faydalanarak haritala oluşturduğu tek yer değil. Diğer duyularımız ile de
benzer şeyler yaşanıyor. Bu doğrultuda kurgusu oldukça katmanlı fotoğrafların
dışında mekâna özgü bir yerleştirmeni deneyimledik yakın zamanda. Hem "Süt"
işinden hem de küratörlüğünü üstlendiğin "Bizden Sonra"
sergisinden bahseder misin?
Bizden sonra sergisi
2. kişisel sergimin (Botanic Hospital 2017) üretimi ile paralel bir
şekilde genel olarak ilgilendiğim konular üzerine eşzamanlı olarak
gelişti fakat o dönem bunun bir karma sergi olacağını yada küratörlüğünü
yapacağımı hiç düşünmeden sadece defterime küçük notlar aldım bu notlar bir
süre sonra bir metne dönüştü...
Genel olarak
diyebilirim ki dönemsel olarak üzerine eğildiğiniz konular ya da yaptığınız araştırmalar
üretiminizin referansı da oluyor. Yaşamın birbirini takip eden rastlantısal
bazı olaylar sonucunda oluşması fikri bana hep tuhaf geliyor ve aşırı
heyecanlandırıyor. Bu yüzden de ikinci solo sergimde duvara şöyle bir yazı
yazmıştım: “Yaşamın oluşması için gereken tek şey moleküllerin seçme ve
mutasyon güçlerine maruz kalması olduğu hâlde, tuhaf bir şekilde tüm varoluş
amacımız anlam aramak üzerine. Ya hiçbir anlamı yoksa sadece bir bakteri ya da
tür gibi bugünden yarına taşınıyorsak”. Bu cümle aslında “Bizden sonra”
sergisinin başlangıç hikâyesi oluyor.
Serginin hemen
girişinde vitrin üzerinde dijital baskı yerleştirmesi vardı. Bu yerleştirme
Stenley Miller ve Harold Urey’in 1953 yılında yaptıkları deneyin bir
şablonuydu. Aslında deney bir Abiyogenez deneyi. İki bilim insanı ilkel
atmosfer şartlarını taklit ederek organik moleküllerin inorganik tepkimeler
sonucu ile nasıl ortaya çıkabileceğini deneyimlediler. Henüz gün bitmeden
kurdukları düzeneğin içerisinde insan vücudunda bulunan 22 aminoasit ortaya
çıkmaya başlamıştı bile. Bu deney kilise otoritesi için kötü bir haber olsa da
kısa zamanda önemli bir deney olarak bilim dünyasında yer edindi.
Sergi fikri tam da bu
deneyin çevresinde gelişti. Rastlantısallık, yaşam, bütünsellik ilkesi ,türler,
hibrit türler (melez) ya da yapıntılar izlediğim yolda anahtar kelimelerim
oldu. Bilim karşısında her zaman heyecanlanan biri olarak aklımdan bir sürü
fikir geçmeye başladı. Üçüncü solo sergimi beklemek yerine “karma bir sergide
bu fikir etrafında diğer sanatçılarla ne yapabiliriz?” diye düşünmeye başladım
ve metni onlara göndererek iletişime geçtim Bu süreç içerisinde herkesle
birebir konuşmak ve onların heyecanını görmek bana kendimi iyi hissettirdi.
Birebir konuşmalarımızın daha verimli olduğunu görünce toplantılarımı da bu
şekilde ilerlettim. Sanatçıların stüdyolarına gidip işlerinden edindiğim
izlenimlerimden bildiğimden çok daha fazlası olduklarına şahit oldum.
Ve milk ,
Aslında fotoğraf
çekerken sürekli yeni mekanlar ve bu mekanlar içerisinde farklı yerleştirmeler
yapıyorum bu kez bu yerleştirmeyi galeri alanına taşımış oldum.
Milk aslında biraz
yapay zekanın güncel soruları ile ilgili bir iş
Yapay zekanın belirli
bir süre sonra nereye evirileceği, bizden aldığı bilgi ile bize ne kadar
benzeyeceği ya da bizden sonra bizden farklı olarak ne olabileceği ile
ilgili?..
Tüm bu sorular
sadece bilim insanlarını değil tüm insanlığın zihnini çok eskiden beri
kurcalayan sorular oldu. Modern sanat , Sinema ve edebiyat bununla
ilgili bir sürü örnekle dolu. Tüm bu sanatların örnekleri kurgusal
olsa da Philip K Dick , Androidler elektrikli koyun düşler mi ? Yada
İsaac Asimov i robot kitabında olduğu gibi bazı örnekler bugün ki bilim ile
paralel bir gerçeklik üzerinden gelişiyor. Öte yandan bugün telefonlarımızda
bizi çok iyi tanıyan algoritmalar var. Bizi yönlendiren, kişisel ilgi
alanlarımızla ilgili bizi denetleyen algoritmalar... Tüm bunlar distopik ve
ürkütücü görünse de bana göre evirilen sistemin bir parçası sadece.
Bunu ürkütücü olarak
görme eğilimi, bugün Covid 19 karşısında doğanın bizden intikam aldığı ile
ilgili dramatik ve saçma algı ile aynı kaynağa sahip. Bu kaynak temel
insan düşüncesinin ben merkezci hassasiyetinden başka bir şey değil. Oysa
bütünsel olana güvenmek gerekiyor. Doğadaki her şey birbiri ile
bağlantılı bir şekilde ilerlerken içinde bulunduğumuz sistemin de dün ve
bugününe bakarak geleceği tahayyül edebiliriz. Sistemin kesin olarak siyah ya da
beyaz olduğunu söyleyemediğimiz gibi gelişen her teknolojinin bizler için tamamıyla
zararlı olacağını da söyleyemeyiz. Gri bir alandayız.
Milk işini
kurgulamadan önce Siri ile ilgili yaptığım konuşmalardan (bunu sık sık
yapıyorum) aldığım screen shotları inceledim. İlk sorularda gayet basit
yanıtlar verirken, saatler ya da günler sonra ilgi alanlarıma yönelik
yanıtlar vermeye başladı. Çünkü Google üzerinde yaptığım aramalara
erişebiliyordu. Örneğin çevre ile ilgili bir konuyu araştırdığınızda size güneş
panellerinden bahsediyor ya da çok basit bir soru olan “ne yapıyorsun sorusuna?”
- “Markov modelleri ile
saklambaç oynuyorum” gibi nispetten esprili yanıtlar verebiliyordu.
Kısacası sizden aldığı
bilgi kadarı ile sizinle iletişime geçebiliyor. Biraz mimik kopyalamak gibi
ilkel ve insani bir dürtü gibiydi. Bu da bende acıma duygusu yarattı. Sanki
onaylanmak istiyormuş gibi tuhaf ve saçmaydı.
Galeri alanında bir
duvarın bir şekilde yapay zeka ile bağlantılı olduğunu hayal ettim ve bu
bağlantının edindiği ilk bilginin bir bebek koltuğu olduğunu düşünerek nasıl
bir tepki vereceğini düşündüm. Yapacağı ilk şey herhalde yine mimik kopyalamak
ve bebeği beslemek olacaktı. Bu yüzden duvarlardan akan süt kanalları ile bebek
koltuğunu besleyen bir alan yarattım. Fakat bu alanda bazı hatalar da vardı. Süt
kanallarının çoğu hedefe bebek koltuğu ve hemen altındaki cam kaidenin içindeki
bardağa yönelse de çoğu yine duvara doğru dönüp duvarın kendini besliyordu.
Tıpkı tüm yeni oluşumlar gibi ...
Hepimiz biliyoruz ki
Yeni tüm oluşumlar sistem içerisinde yer edinene kadar her zaman hata yapar ve
bu hatalar çoğunlukla mekan yada yuva arayışı ile eş zamanda gelişir. Her yeni
oluşum mekanı tanıyana kadar kör bir şekilde mekan içerisinde gezintiye çıkar. Deneme
ve yanılmalar paralel bir çizgi üzerinde oluşurken, yerini bulan düzen, daha
sonra çoğalmaya ve kendini deklare etmeye çalışır.
Fotoğraf ve dijital
tasarım araçları arasındaki çizgide nasıl ilerliyorsun? Giderek değişen,
gelişen program içeriklerine nasıl yetişiyorsun bir kullanıcı olarak? Yeni
arayış ve araçlarla iletişim kurduğun bu dönemde çalışmaların nereye
evirilecek? Sıradaki projeler nedir?
Bir fotoğrafçı olarak geleneksel bir tavır içinde olmadığım açık aslında. Bu
yüzden yaptığım iş ve dijital tasarım araçları arasında keskin ve ayrıştırıcı
bir çizgi görmüyorum. Her şeyin homojenleştiği o alanda olmanın tüm
araçlarından bilgi edinerek kendimi geliştirmem gerektiğini düşünüyorum.
Fotoğrafı çok sevmemin nedeni sanırım sinemaya bu kadar yakın olması. Gerçek
bir sinema sever olarak aslında bugüne kadar Fotoğraf ve fotoğrafa dair bu
kadar kurgu yapmam, sinema öncesi kendimi eğitme isteği herhalde. Aşırı
mükemmeliyetçi biri olarak çok sevdiğim şeyler karşısında fazlasıyla tedbirli
oluyorum. Bu da bazı konularda kendime psikolojik olarak engeller koymamı
sağlıyor. Oysa zaman tüm bu ertelemelerin Hiçbiri İle ilgilenmiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder